1989 yılı sonlarında İstanbul’da başlayan memuriyet hayatımı 1994 yılında memleketim Serik’te sürdürmek istedim. Erken yaşta baba kaybı... Küçük kardeşim ve annemle beraber olmalı onlara destek olmalıydım. İstanbul’dan sonra memleketim de olsa ilçede zorlanacağımı biliyordum. Zorlandımda. Akabi zaman sonra, Ankara Haymana’dan karayağız bir Anadolu çocuğu gelmişti; Sevgili Mehmet Coşkun... Efendi, beyefendi, mütevaziliği, mertliği, gözüpekliği ile sevilen tertemiz bir insandı. Herkes onunla yakın olmayı seviyor idi. Beni moralliyor rahatlatıyordu. Paylaşımcı, verici bambaşka bir kalp sahibi insandı. 15 yıl halısahalarda aynı takımda kanlı canlı top oynardık ona takılır, çatardık. En çok da bana sabırlıydı. İlginç teknik goller atardım, gelir tebrik ederdi. Tabi tembel futbolcuydum işim tabelayı değiştirmek ve beleş golcülük. “Koşsana ya! açığını kapatacam diye pert oluyorum” derdi. Hep mücadeleciydi. Ceza sahası dışından gelişine ne zaman vursa “ Vurma” diye bağırırdım. Vururdu her şutu Kale direğinin üstünden auta giderdi. “Oğlum demedim mi atamayacaksın ?” “Ya golü hep sen mi atacaksın bi vuruyim bir şut atayım ya, ne zaman topa vuracak olsam Sen ‘vurma’ diyecen diye vuramıyom bi dur yav Mehmet Vehbi “der bana fırçayı basardı. Her yere beraber giderdik. İlçemizin şuan ikinci lig takımı Seriksporun ligdeki maçlarına, deplasmanlarına, Antalyasporun maçlarına, ören yerlerine, denizine, tarih ve toroslarına safarilere hep beraber giderdik. Mangal işini köyde yapardık. Mangal işi hep ona düşer idi. Bir kere olsun gene bu işi bana yamadınız bıraktınız demezdi. Bu iş ben de der mutlu olurdu. Daireden Kemal ona takılır kızdırırdı, sonra kendide gülerdi. Burak takılır, kızdıracak şaka yapar videoya alır whatsapptan bize yollardı. Kızacakken anlar gülerdi. Mustafada ince iğnelemeleriyle ona tövbe ya çektirirdi. Bir gün halısahaya gelmedi ve eksik oynadık mağlup olduk sabah daireye geldik çalışma odasına hışımla daldım:-Niye gelmedin? -Ya misafir bastı. -Al misafiri gel mazeret mi bu dedim. Mazeretti tabi. O kızdı ben kızdım . Sattın ektin işte dedim gittim. Dairenin alt servisi kat merdiveninde yakaladı . “Dönsene “ dedi. “yok gidiyorum işte varmı diyeceğin” dedim. Cebinden telefonu çıkardı aldı eline “ Geri Dön Vallahi atarım çarparım dedi” atardı bana değil tabi duvara. Zeytin tarlam vardı, Hastanelerde baş ucundan ayrılmayan vefakar hanımı ve kendi fedakarca benle çalışır yardımcı olurdu. Daha geçen Ekim-Kasım da zeytinleri toplamıştık. Zeytin tarlasının her yerinde onun ayak izleri var. Ben o tarlaya şimdi giremiyorum. Bu nasıl sevmek. Dost acısı böyle bir şey. Bir arkadaş aradı. “Abi noterdeyim satış yapıcam borç görünüyor satış yapamadım” -Tamam dedim. Kardeşim Mehmet Coşkun veznede çalışırdı “Mehmet sen cebinden yatır “dedim. Oda dedi ki; Şimdi Bilgisayara giremeyiz yarın gel kesin ricamdır Program yükleniyor vs her neyse. İlk defa bana “hayır olmaz” deyince, mutlaka haklıdır dedim. Sonra bizim arkadaşı aradım. “Bir de sen ara durum bu” Dedim. Bana hayır dedi bir de sen ararsan bir ihtimal. Bizim Kemale gitmiş ne yap et ödemesini al, Kemale de çabuk ol fırçası . Nitekim borcu yoktur görüntüsü alınır noterdekiler işlemlerini yapar. Tabi ben duracakmıydım “Ulen ben aradım yapmadın, arkadaş aradı yaptın. “ Halbuki bana kıyamamıştı. Bastır Allah yağdır fırçayı, o kızıyor ben kızdırıyordum. Gelmem bir daha falan.15 gün sonra daireye vardım dümenden vezne sırasına girdim kafasını kaldıramıyor sürekli bilgisayara bakıyor trans halindeydi. Kendini otomatiğe bağlamıştı. Sıra bana geldi beni görmüyordu. “Buyrun” dedi, yine görmüyor ekrandan kafasını kaldırmıyordu. “Afedersiniz beyefendi bandrol yatıracaktım” dedim gözü hâlâ ekranda sesimden tanımış gözünü ekrandan ayırmadan kendine has gülüşüyle içeri gir! arkaya geç! sandalyeye otur! dedi. Son girişleri yaptı. Ne içiyon dedi çayları söyledi, bakıştık duygu adamıydı elini tuttum zorla öptüm. İki yanağı yetmedi bir de alnından öptüm küskün duramazdık. Onda vefa bende vefa. En zor zamanlarımda hep yanımda hep ardımda, benle üzülür benle gülerdi. Beni rahatlatmak için daire gurubumuzu kafede toplar muhabbetin şakanın dibine vururduk. Sohbet muhabbet derken; “Mehmet Vehbi, ya 15 gündür bir terleme bir bıkkınlık bir yorgunluk var üzerimde sebepsiz terliyorum. Ter atayım diye halı saha da maç yaptım yine yok geçmiyor “ dedi. Yarın doktora gidelim dedim. Doktor ciğerlerinde sorun görüyor Antalya merkez hastaneye yolluyor. Ona dememişler bana raporları yolladılar. Doktor arkadaşlara yolladım. Malesef kanser idi ve lanet hastalık sıçramış ilerlemişti. Arkadaşlar ve tabi ben yıkılmıştım. 3/4 aylık tedavi süreci sonunda 10 gün öncesi Ankara’da Onkoloji hastanesinde zar zor izinle ziyaret ettim. İçeri girdim, Mehmetim mücadeleyi bırakmış kendini Allahın saatine bırakmıştı. Yemez içmez serumla yaşar olmuştu. Elimi tuttu kafasını salladı ‘benim işim bitti” demekti bu. Beni gördü baktı yine gözünü kapattı rüya sanmış. Sonra “Bak Antalya’dan Mehmet Vehbin geldi “dediler, açtı şaşırdı baktı baktı o ağladı ben ağladım. Elimi tuttu. “Oğlum Yaşar onun futbol takımında oynar onun jokeriydi çok severdi. Yaşar da geldi aşağıda içeri almadılar, sana selamı var “dedim. “ Ben ona kurban olurum” dedi. Ondan duyabildiğim son ses idi bu. Sonuç beklemeye kalmıştı. Ve o acı haber on gün sonra sabahın karanlığında gelmişti... Mehmedim güzel insan, dostum, kardaşım, hakka yürümüştü. Anadolunun sarı bozkırı, Ankara’nın ilçesi Haymana’sına, köyünün kara toprağına konmuştu. Etraftaki mini çiçekleri mezarının üstüne serpip “ Şaka mı bu” diyordum. Allaha emanetsin, mekanın cennetler olsun, nur göllerinde yatasın. Hakkını ödeyemem. Benden yana helal olsun. Kemal ve Burak kardeşinle her zaman beraberiz. Vefakar, cefakar eşin, evlatların Kadir, Kamil, Kızın Ömür, emanetlerindir. Ahir hayatta görüşürüz Mehmedim. Coşkun gönüllü dostum kardaşım. Seni Allaha emanet ettim... Mehmet Vehbi Okudan.
|