Eski çamlar artık otel olmuş... Yaz gelince karneler alınıp okullar kapanınca gıcımıklar tutar, kardeşlerle fikir birliği edilir valideyi sıkıştırıp baba ya baskılar sıkıştırmalar başlardı. “Anne! denizdeki yazlık çardaklara ne zaman göçücez” bindirmesi yapılırdı. Anneler nelere kadir değildiki babaları ikna ederlerdi. Evelallah bi iki gün sonra traktör römorkuyla ayarlanır eşyalar ve ekstra tahta malzemeler yüklenir denize göç başlardı.
Efil efil esen deniz yeli altında çardaklara yerleşilir, ahali çardaklara kurulur keyif ederdi. Heveslikle denizden çıkmazdık. Sabahtan akşama kadar tuzlu denizde ve güneş altında yanar kavrulurduk. Akşam olur derimiz kavlamış yanık acısıyla inlerdik. Sırta zeytin yağı, yoğurt sürülürdü. Bir yıl boyunca deniz görmeyince zenci gibi kararır yanardık. Teknelerden acısu ırmağına dalmak, dipten taş çıkarmak marifettendi. Yüzme bilmediğim zamanlarda ne Cesaretki ya bir topla açılmak ya da traktör iç lastiğiyle açılmak, arkadaşlarla denizde şakalaşmalar olağan şeylerdi. Hiç Unutmuyorum bir gün büyükler epey ötelere açılmıştı bende açılamazmıydım! Bende üstü açık metal leğeni suyun üstüne koyar kenarına yapışır vaziyeti idare eder bende ötelere açılırdım. Ne yani onlardan gerimi kalacaktım. Bir gün ani bir dalgada leğen su dolunca denizin dibini boylamış deniz tabanındaki yıldızları sayıyordum! Çardaktan yaramaz oğlunu gözleyen annenin feryadıyla, dayımın boğulmaktan kurtarmasıyla dipten su yutmuş olarak beni çıkarması, aşırı öksürük ve silkinmeyle kendine gelen ve feryat figan yavrum kuzum sesleriyle gelen anam. Kuzum bir şeyin yok kuzum geçti bak falan derken, normale dönen ben ve normal moduna dönmekte gecikmeyen annem; “Ben sana leğenle çümme demedim mi? Denizde tek başına uzaklara açılma demedim mi? bir kolumdan tutar, diğeriyle belime belime patlat yapıştır şaplağı. Can acısıyla “ya! keşke ölsem iyiydi ya”, ne vurursun ya diyen ben... Akşamları deniz kenarına kuma kilim serilir, hazır hocayı da bulmuşken namaz kılanlar, ramazan ayıysa teravih namazı kılanlar olurdu. Sinekler ısırmasın diye gündüzden tezek bulur akşam yakardım millete kıyak olsun diye. Sinekler dumanına gelemez büyükler rahatlıkla uzun saatler sohbet ederlerdi. Biz de çocuklar olarak mendil kapmaca sobe saklambaç falan oynardık. Gündüz boşluklarda çam ağacının kabuğundan (mavru) kayık maketi, üstüne de gazeteden yelken yapar yüzdürürdük. Rüzgar poyraza dönüp tersten esince kayıkları açıklara kaçırır, Kıbrısı bulur boylar derdik. Öğle sonları arkadaki çam ormanlarına girer, çam kozalağı toplar, ateşte pişirince çekirdeğinin içi süt gibi olurdu. Yere dökülen çekirdekleri ise kurumuş olarak daha lezzetli olur çekiçle kırar yerdik. Hele akşamüstü futbol oynamak için kale olarak, kargılar dikilir, arasıda adımlarla sayılırdı. Öbür kalede eşit olsun diye ayarlanırdı. İddasına futbol maçı oynanır, seyirciler Alanya şalvar ya da çizgili yazlık pijamalarıyla rahat halde heyecanla ha! gocamanım ha! sesleriyle ha öteki ha beriki tezahüratlarıyla seyrederlerdi. Kazanan lokumlu bisküviyi götürürdü. Sırılsıklam terler Serikli ağzıyla zavadak combadak denize atlanırdı. Dalganın en fazla olduğu, denizin hırçın zamanlarında, büyük traktör İç lastiğinin üzerinde o dev dalgaların itmesiyle son sürat kayardık, bugün buna sörf deniyor. Sabah dalganın şavıltısıyla deniz çarşaf gibi dümdüz ve durgun olurdu. Babam sabah namazına kalkar, oltayı misinayı alır, ırmağın denizle birleştiği acısu mevkinde balık avlama yapar 3, 4 kg mırmır, mentik avlardı. Tavada kokusunu unutamam. Tavadaki yağına batır ye. Komşu sohbetleri, hikayeler, fıkralar, şakalaşmalar, kahkaha sesleri, çardak altlarında üç taş beş taş oynamalar, dama müsabakaları, okey iskambil oynayanlar bir muhabbetti o yılların deniz günlerinde.
Bir kaç yıl önce bir otele gitmiştim o otel bizim eski çardakların o tarafa yapılmıştı, dev bir çam ağacı vardı, şeklini şemalinı hiç ama hiç unutmamıştım. Üzerine uzunca ip atar, salıncak kurup sallanırdık. Gölgesine hasır kilim serilir oturulur, sohbetler edilir çocuklar oyunlar oynardı. O ağaç çocukluğumun, hatıralarımın ağacıydı evet gördüğüm o ağaçtı. Çocukluğumdaki o ağacın ta kendisiydi. Yıllara meydan okumuş bizleri büyütmüş, üzerime bir dost gibi, “burdayım” der gibi gölgesini veriyordu. Bir garip olmuştum. O gün anılara uzunca dalıp gitmiş, üzerine ip bağlayıp sallandığımız altında oyunlar oynadığımız o ağaçla, hal gözüyle birbirimize bakıyor anılara dalıyordum. O gün mırıldanmıştım kendi kendime; “Eski çamlar otel olmuş” diye... Mehmet Vehbi Okudan.
|