Gözümüzü açtığımız da ilçede baba evindeydik. Bir ayağımız hep köyde kaldı. Akraba kuzen köyde olması, arada köye gitmeyi gerektirirdi. Akranlarım köyde sıkılır en iyisi şehir derdi. Ben ise nedense köyde yaşamasam da bir iç dürtü hep oralara çekerdi. Dede yadigarı, tavanları el işlemeli bir asırlık taş evin şöminesinde uzun kış gecelerinde yanan ateşin dibinde oturmak çaydanlığın fokurtusunu dinlemek Mozartın beşinci senfonisi gibi gelirdi. Bir sıcak yorganın rahatlıgı damdaki kiremite vuran yağmurun tıkır tıkır sesleriyle derin bir uyku uyunurdu. Sabah gün doğmadan koyunlar keçiler salınır boyunlarındaki zillerin tın tın sesleri ile kalkın artık diyen horozların ince sesleriyle uyanılırdı. Çıtlatma denen kendi yağında limon sıkılmış zeytin, doğal keçi peyniri ve yeni sağılmış ineğin sütü kurulan kahvaltı sofrasına konurdu. Süte batırılan bisküvinin yanında şekerli çay bambaşka olurdu. Köyün gençleri akşamdan derede çıra ile balık avlarlardı. O kadar bereketliydiki çuvallarla taşınırdı. Soğuk suda yetişen balık pek lezzetli tat verirdi. Geceleri bir evde buluşulur sohbet muhabbet derken eski yazı okumuş biri cinliğini konuştururdu. -“Bakın birazdan cin çağıracam kimse konuşmasın ses çıkarmasın”! O dediyse tamamdır zaten. Lambalarda kapatılır. Bir iki Arabça söz söyler. -“Tamam susun cin geliyor”. Merak had safhadadır. Mutfakta çanaklardan sesler gelir, odadakilerde başlar heyacanla karışık korku. Sonra mutfakta ocak üstündeki tencere, kapağıyla yere devrilir, millet bir birine sarılır ağlayan korkan, bilenler duasını bilmeyenler bildiği sureyi okurdu. “-bizi kurtar aga bi dur aga yalvarışları falan. Sonra birden lamba yine yanar söner ortam da heyecan ve gerginlik had safhada. Sonra “-Tamam gönderiyorum cinleri”. Dış kapı pat kapanır odadakiler yavaşça çözülür. Cin tehlikesi geçmiştir artık. Sonra herkes öğrenir durumu. Köyün okumuş agası gündüzden hazırlamış düzeneği, mutfaktaki çanak çömlek tencereyi, oturma odasından uzattığı iplere bağlamış, dış kapıya da yan pencereden ip bağlamış, okumuş aga ipleri çekince, paldırtı küldürtü Cinler geldi, cinler gitti vesayre. Sonra der, -Herkes tepsinin altına ellerini sürsün sonrada yüzüne sürsün şükür yapsın der. Herkes tepsinin altına elini sürer sonra da yüzüne. El sürülen çanağın dibi okumuş aga tarafından kömür ve çıra isi sürüldüğünden herkesin yüzü simsiyahtır oda lambası açılınca herkes bu sefer birbirinden korkar. Bir gün Akrabam gelmişti köyden. Dönüşte “Hadi köye gidelim” demişti - “Tamam” dedik bindik traktöre, köye varmak üzereyiz. Köyden eşek üstünde yaşlı bir amca bize doğru geliyordu. “-Bak şimdi napıcam seyret” dedi ne yapacaktı ki? Tam amcanın yanına geldi eliyle bağırarak selam verirken, traktörün eksoz zaten patlak, vitesi boşa alıp araçlada selam verme gayesiyle aşırı gaz ve kornaya aynı anda bir bastı. Kuzu kuzu kendi halinde giden üstü adamlı eşek ürktü, şaha kalktı bir gidişi var ki üzerindeki amca havaya bir kalkıp bir iniyor düştü düşecek. Ürken eşek dururmu. Aklıma geldikçe gülerim. Köy yollarında yürümek bir başka duygu bir başka hüzün. Ataların dedelerin at sırtında şehre indiği, ANAMIN at sırtında uçarcasına ilçeye indiği köy yolların da yürümek, onların ekin ektiği tarlalar da yürümek, koyun keçi kışlattıkları yerler de dolaşmak, köylülerin bayram namazı için buluşup namaz kıldıkları Osmanlı’dan kalma eski yapı cami avlusun da bulunmak, kadı Mehmet efendi dedemizin rahlesinden geçen insanların anlattıkları anıları hikayeleri dinlemek, akşam üstü otlaktan ahıra dönen küçükbaş hayvanların yavrularıyla kavuşması onları emzirmesi, kuzu oğlak seslerinin kulaklarda yer edişi bam başka bir senfoniydi. Köy yolları, anıların yolları, ataların diyarı, yıllarımızın yolları. Köy yollarını ıssızlığıyla bırakmayın! paylaşın ıssızlığını. Kendi ıssızlığınızı da katarak. MVÖ
|